15 Mayıs 2011 Pazar

Sevgili Sevil Mert ile tatlı bir sohbet...

Evet Sevgili okurlarım, uzun sayılabilecek bir zaman zarfının ardından güzel bir yazı ile huzurlarınıza geri dönmek istedim. Ama bu yazımız gezi yazısından çok öte bir röportaj olacak, ülkemizin önde gelen gezi bloglarından biri olan ‘Çok Okuyan Çok Gezen’ Blogunun patroniçesi Sevgili Sevil Mert ile sizin için tatlı bir sohbet gerçekleştirdim. Geçtiğimiz ay içinde kendisini İzmir’de misafir etme ve küçükte olsa kendisiyle bir Şirince gezisi yapma fırsatım oldu. Neyse lafı çok uzatmadan sorularıma başlayayım ben;

Selamlar,

1- Bize birazcık kendinizden bahseder misiniz?

1980 yılında Türkiye’nin haritadaki yeri en az bilinen şehri Burdur’da dünyaya geldim. Burdur Anadolu Lisesi, İstanbul Üniversitesi İşletme Lisansı ve Bahçeşehir Üniversitesi Pazarlama İletişimi Yüksek Lisansı’nı tamamladım. Üniversite sırasında çalışmaya başladığım bankacılık sektöründeki 6 yıllık alternatif dağıtım kanalları deneyimimden sonra 5 internet şirketinin kuruluşunda yer aldığım inkubatör bir şirketin (Embrio) yönetiminde yer aldım. 2010 yılı Mayıs ayından beri de Sigortam.net adlı Türkiye’deki tek online sigorta brokerında Pazarlama ve İş Geliştirmeden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışıyorum.
Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’da 30’dan fazla ülkeyi gezdim, gezi yazılarımı da başta Çok Okuyan Çok Gezen blogumda olmak üzere farklı internet sitelerinde ve dergilerde yayınlıyorum. Özellikle ucuz gezme konusuna uzmanlaşmıştım, kendimi aşağıdaki cümle ile tanımlıyorum:

Öğrenmenin sonu yok, yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, yeni bilgilere ulaşmak, araştırmak, kendini geliştirmek hiç bitmeyecek bir yolculuk, ben de bu yolculukta bir garip seyyah…

Gezmek, yeni yerler görmek, yeni birşeyler öğrenmek ve bunları paylaşmak hayatımın önemli bir kısmını kaplıyor. Hayatımın başka bir vazgeçilmezleri ise internet, yenilik ve iletişim. Tüm bu zevklerimi biraraya getirince ortaya “Çok Okuyan, Çok Gezen” çıktı. Okuyup öğrendiklerimi gezilerimde deneyimliyor, okumayla öğrenilemeyecek tecrübeleri içine katıyor ve paylaşıyorum.

2- Profesyonel ve başarılı bir iş hayatının yanında ‘gezi blogu yazarlığı’ ya da ‘seyyah’lık merağı nereden geliyor?

Çocukken benim bakımımı üstlenen ve yetişmemde büyük emeği olan bir ninem vardı. Henüz yürümeye yeni başladığım zamanlarda beni önüne katardı, ben önde o arkada büyüdüğüm köyün sokaklarında gezerdik, hatırladığım ilk gezme hikayem bu :)

Sonrasında üniversitede turizm otelcilik okumak istemiştim ama başarılı bir öğrenciydim ve öğretmenlerim ve ailemi ancak işletmeye kadar ikna edebildim. Üniversiteye İstanbul’a geldiğimde ilk yaptığım şeylerden biri TÜRSAB’ın enformasyon memurluğu belgesini almak oldu. Yani aslında ben bu işe başta profesyonel bakıyordum. Lise hayatım ders çalışarak, üniversite hayatım da okul ve iş arasında geçtiği için o dönemde gezmek için pek fırsat bulamadım. Bu hikayenin uzun versiyonunu Kaynağım İnsan’da okuyabilirsiniz.

Okulları bitirip, işleri de biraz yola koyunca içimdeki seyyahı serbest bıraktım. Yurtiçi, yurtdışı her bulduğum fırsatı değerlendirmeye, görmediğim yerleri görmeye çalışıyorum. Ben böyle gezmeye başlayınca arkadaşlar, eş-dost bu konuda bana sürekli sorular sormaya başladılar. Hepsine ayrı ayrı cevap vermek yerine bunları yazayım, ihtiyacı olan herkes okusun diye düşünerek yola çıktım.






3- Size ‘gezi blogu yazarlığı’ nedir diye sorsam kısaca nasıl anlatırsınız? Bir insan niye gidip gördüğü yerleri yazsın ki :)


Gezi blogu yazmayı ben yazarlık olarak görmüyorum aslında. Ben kendi dilimde bir günlük tutuyorum, bunu edebi bir yanı yok. Hatta bazen kendi yazılarımı geri dönüp okuyunca kendi kendime kızıyorum, neden bu kadar özensiz yazdım diye. Halbuki bu benim gezi günlüğüm, deneyimleri, gezilerde başımdan geçenleri ya da geziye çıkmadan önceki heyecanımı yazıyorum sadece...

Gezi blogu yazmaya dediğim gibi önce sadece bildiklerimi paylaşayım diye başladım ama Çok Okuyan Çok Gezen’deki yazılarımın insanlara ilham vermeye başladığını farkedince ne kadar doğru birşey yaptığımın da farkına vardım :) Artık hiç tanımadığım insanlar seyahatleri konusunda benden fikir alıyor ya da akıl danışıyor. Pek çok gezme sevdalısı insanla blogum sayesinde tanıştım.

4- Blogunuzun adı ‘çok okuyan mı daha çok bilir yoksa çok gezen mi’ sözünden geliyor olmalı, peki sizce gerçekten hangisi daha çok bilir? ‘blogda son yazılarınızdan biri ama olsun’ :)

Öncelikle blogu bu kadar yakından takip ettiğin için teşekkür ederim :)

-Rica ederim :)

“Bilmek” kapsamı çok geniş, o yüzden sadece okuyan bilir, sadece gezen bilir, sadece yazan bilir gibi bir ayrım yapmak bana çok yanlış geliyor. Bilmek için okumak, yaşamak, yeniden yaşamak ve yeniden okumak gerek. Tüm bunları biriktirdikten sonra kendi baktığınız yerden bilmeye başlarsınız belki... Ama şundan kesin eminim sadece gezmek bilmek için yeterli değildir.
5- İnternet üzerinde kullandığınız bir mahlasınız var ‘E-lmayra’ bunun nereden geldiğini bize açıklar mısınız?

Bu soruyu son günlerde soran çok oluyor. Elmyra Duff aslında çocukluğumdan bir çizgi film karakteri. Hayvanları çılgınca seven bir karakter. Birkaç arkadaşım beni zamanında ona benzetmişlerdi, ben de bu sevimli karakteri önce Türkçeleştirdim, sonra da dijitalleştirdim :) Ortaya E-lmayra çıktı.

6- Şimdiye kadar ülkemizde kaç şehir gezdiniz ve sizi kendisine en hayran bırak yer neresi, lezzetini unutamadığınız yemek hangisi ve başınıza gelen en ilginç olay neydi?

Çok zor bir soru, açıkçası kaç şehir gezdim diye hiç saymadım. Akdeniz, Karadeniz, Marmara, Ege, İç Anadolu’da pek çok yeri gezdim. Doğu ve Güney Doğu kısmında zayıfım, yavaş yavaş eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum.

Klasik bir cevap olacak ama ülkemizin her köşesi birbirinden güzel. Hangisini ayırabilirim bilmiyorum. Karadeniz’in şimdilerde HESlerle delik deşik olan muhteşem yayları, doğası.. Hala gitmemiş herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Ege’nin denizine hayranımdır, nereye gitsem bizim Ege gibisi yok derim. Boğazıma çok düşkünümdür, o yüzden ülkemde en sevdiğim şeylerden biri muhteşem mutfağımız... Her şehir için ayrı ayrı anlatabilirim. Ama bir et obur olarak kebap ailesinin yeri benim için ayrı... En son Hatay gezimde tepsi kebabına aşık olmuştum :)

Başıma gelen en ilginç olayı değil Anadolu’da sıklıkla yaşadığım birşey beni her defasında etkiliyor. İnsanların samimiyeti, içtenliği ve misafirlerini memnun etmek için gösterdikleri insan üstü çaba... İstanbul’da yaşayınca bu insani özellikleri ne yazık ki unutuyoruz.

7- Şimdi aynı soruyu yurtdışı için sormak istiyorum, hangi ülke, hangi lezzet ve hangi olay?

Ülkeler için de benzer bir durum söz konusu, arada bir fark var; bugüne kadar aşık olduğum bir şehir olmadı yurtdışında. Ben her şehrin farklı bir özelliğini seviyorum; Viyana’da kış günlerinde meydanlarda buz pateni yapanları, Ürdün’de çölde safariyi, Madrid’in gece gündüz durmayan temposunu... Muftak dersen bize yakın tatları seviyorum, o yüzden batıda İtalyan-İspanyol yemekleri, doğuda arap mezeleri...
Yurtdışında unutamadığım, bende büyük şaşkınlık yaratan olay Ortadoğu gezimde Halep’in en işlek meydanında yere serilen ekmeklerdi. Fırından çıkardıkları ekmekleri bildiğiniz kaldırımlara serip soğutup sonra geri toplayıp götürüyorlardı. O şaşkınlığımı size anlatamam. Ondan sonra temizlik anlayışımda ciddi değişiklik oldu.



















Ve son soru olarak klasik bir şey sormak istiyorum, ülkemizde ve sahip olduğumuz değerlerle yurtdışındakileri karşılaştırınca acaba ortaya nasıl farklar çıkıyor?




Bizde çok fazla kaynak var, değerini bilmiyoruz. Ben Türkiye aşığıyım, hatta nereye gitsem Türkiye’deki şurası buradan güzel gibi eşlemeler yapmadan edemiyorum. Ama biz ne yazık ki elimizdeki ne tarihin ne kültürün ne de doğal güzellikleri ne koruyabiliyoruz ne de pazarlayabiliyoruz. Türkiye deyince yurtdışında “Kuşadası, Kemer” den başka birşey bilmiyor yabancılar. Halbuki bunlar belki de en kötü örnekler. Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin güzelliklerini daha çok anlatmamız lazım. Sırf bu yüzden kendi adıma bir adım atım, blogumun İngilizcesini de yazmayı düşünüyorum.



- Buraya kadar sorduğum sorulara verdiğiniz cevaplarda sesimi çıkarmadan sizi dinledim ama blogunuzu ingilizce içerik kazandırma fikriniz beni baya etkiledi, gerçekten çok güzel bir düşünce. Umuyorum ki bende kendi blogum üzerinden bu düşüncenize nacizane destek verebilirim.



Teşekkürler Erdal'cığım…



- Sevil Hanım asıl ben teşekkür ederim. Beni kırmayıp vakit ayırdınız. En kısa zamanda İstanbul'daki buluşmalarda görüşmek üzere ki hala bir Karadeniz Pide günü planımız var, onu unutmuş değilim ona göre... :)

İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı

Herkese Selamlar; çok uzun sayılabilecek bir aradan sonra bir gezi yazısı ile karşınıza çıkmak istedim. İzmir'de geçtiğimiz senelerde açılan bir doğal yaşam parkı var. Ama gitmeye fırsatım olmamıştı. Dün hava çok güzel olup, evde de canımız sıkılınca ev arkadaşlarımla birlikte hadi gidelim deyip gittik sasalı doğal yaşam parkına. İyi ki de gitmişiz. Öncelikle tanıştırayım ilk fotoğraftaki minik fil, meşhur izmir bebek ve yanındaki de annesi begümcan. :)



Doğal yaşam parkına gitmek için Karşıyaka İskele durağından kalkan 777 numaralı otobüse binebilirsiniz. Normal otobüs ücreti alıyor. Sasalı doğal yaşam parkının giriş ücreti'de tam 2,5 TL, öğrenci ve çocuk 50 Kuruş.



Hemen girişte sağ tarafta kalan kafeslerde parkın kralları olan aslanlar sanki parkın korumalığını yapıyorlar. :)



Park içinde farklı türlerden yüzlerce hayvanı ve farklı bitki türlerini bulmanız mümkün. Alanı çok geniş, hiç durmadan hızlıca yürüyerek en az 2 saatini alabilecek kadar büyük hatta. :)




Ben aslen İstanbul'luyum, ilkokuldayken bizleri Darıca Hayvanat Bahçesine götürürlerdi ama burası gerçekten oraya nazaran çok daha güzel bir yer. Hayvanat bahçesinin ötesinde, bitkilendirmesi ve sosyal tesisleri ile kapsamlı bir alan. Kafetaryalarındaki fiyatlar çok uygun.



Hayvanlar insanlara öylesine alışmış ki sanki elinde fotoğraf makinası olan herkese ayrı ayrı poz veriyorlar. :)



Oldum olası sevmem sürüngenleri ve yılanları, onların olduğu yere geldiğimde içimi garip ve hoşuma gitmeyen duygular kapladı.



Efenim biz; İzmir Sasalı Doğal Yaşam Parkı'na gittik, gezdik, gördük, beğendik, eğer İzmir içindeyseniz özellikle ailenizle, çocuklarınızla gitmeniz tavsiye edilir, eğer İzmir dışından geldiyseniz ve vaktiniz varsa gidip görmeniz önerilir. İzmir'e böyle bir güzel alanı kazandıran herkese ben ayrı ayrı teşekkür ederim, gerçekten güzel bir hizmet örneği....



Bi' Büyük Blog

7 Aralık 2010 Salı

Denizli Pamukkale Karahayıt haftasonu gezisi

Çok uzun zaman sonra tekrardan karşınızda olmak güzel! Arada geçen zamanda çok yerlere gittik çok yerler gördük ama üzerine vakit ayırıp yazamadım birtürlü. Şimdi içimden sizinle bir yazı paylaşmak geldi. Aslında burayla ilgili daha önce bir yazı yazmıştım ama o zaman yanımda fotoğraf makinem olmadığı için o yazıyı fotoğraflarla destekleyememiştim. Ve şimdi 2-3 fotoğraf ile yeniden bir Denizli Pamukkale Karahayıt yazısı ile karşınızdayım.
Aile büyüklerim yılda 2-3 kere Pamukkale Karahayıt kasabasına sağlık turizmi için geliyorlar. Bende İzmir'den yanlarına geçiyorum. Gerçekten çok güzel sessiz sakin mekanlar. Suyu gerçekten şifalı. Eğer fırsatınız olursa gidilesi görülesi yerler arasında muhakkak olmalı.


Böyle mekanlara gittiğim zaman benim en çok üzüldüğüm konu, kendi vatandaşlarımızdan daha fazla yabancı tursitleri buralarda görmek. Ama ben gelecekte bizim de ülkemizin tüm güzelliklerini keşfedeceğimize hatta bu coğrafyanın bize dar gelip topyekün turizm atağına kalkacağımıza inanıyorum.


Neyse konumuza dönelim, Pamukkale denilen yer, yalnızca bizim bildiğimiz üzere travertenlerden ibaret bir mekan değil, ondan daha önce burası tarihin en önemli antik kentlerinden biri. Buraya giderken oraya birde bu gözle bakmak lazım.
Sonrasında bu gezimde beni en çok sevindiren olaylardan biri de; önceki yazımda belirttiğim üzere ve şurada tarifini verdiğim alabalık tesislerine birkez daha gitmiş olmam ama gittiğimde işletme sahiplerinde tanınıp izzeti ikramda bulunulmamdı. Özellikle mekanın sahibinin oğlunun, anne bak bu bizim tesisi internete yazan abi demesi çok hoşuma gitti.
Neyse umarım ömrümüz olursa yine gidip yine görmek isterim buraları...
*****
*****
5 aralık pazar günü, İzmir'de İzmir Blog Yazarları Aralık Ayı Buluşması gerçekleştirildi. Bende bir fiil orada bulunma şansını elde ettim. Çok güzel çok sıcak bir muhabbet ortamında güzel insanlarla birlikte olmak, sohbet etmek, sanallıktan sosyalliğe ya da reel hayata inmek için iyi oldu. Eğer fırsatınız olursa bundan sonraki buluşmalarda sizleri de bu buluşmalarda görmek istediklerinden şüpheniz olmasın.



26 Nisan 2010 Pazartesi

Gunubirlik İstanbul gezisi




Selamlar;

Geçtiğimiz günlerde blogum üzerinden ‘İstanbul’da günübirlik olarak nereler gezilebilir?’ şeklinde bir soru maili aldım, o maile cevaben şöyle bir cevap atmıştım, şimdi buradan yayınlamak istedim.

Acaba neler yapmaktan hoşlanırsınız? Yada meraklarınız nelerdir...

Mesela tarih seviyorsanız, kutsal yarımada Eminönü’nden Aksaray'a kadar
Gezilebilir (bu doğrultuda Mısır Çarşısı, Gülhane, Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Kapalı Çarşı, ve birçok tarihi eser bulmak mümkün) ya da Eyüp taraflarında Eyüp sultan ve Pierre Loti tepesi hemen
Karsısındaki Miniatürk görülesi yerler.

Eğlenmeyi ve içmeyi seviyorsanız, İstiklal caddesi ya da Anadolu
yakasında
Kadıköy bahariye caddesi uygun olabilir.

Sahil ve yeşillik derseniz, benim tek tercihim Şile olabilir ama merkeze
yaklaşık 70 km uzaklıkta. Onun yerine Anadolu kavağına gidilebilir
giderken, Üsküdar, Çengelköy, Beylerbeyi, Beykoz gibi muhitlerde çay
içilip sohbet edilebilir. Avrupa yakasında Rumeli kavağı ve aynı şekilde
giderken Ortaköy, Bebek, Sarıyer görülesi mekanlar.

Alışveriş derseniz, Kanyon, Cehavir’in, Anadolu yakasında Capitol ya da Real Meydan’ın ulaşımı çok kolay.

İstanbulu tepeden seyretmek için, istiklaldeyken Galata Kulesi, Anadolu yakasındayken Çamlıca tepesi idealdir.

Nargile ve Türk kahvesi için; tophane ya da Beyazıt’ta Balkan Türkleri
derneği denenebilir.

Eğer alkolsüz, aile tipi restaurantlar arıyorsanız; İBB'nin restaurantları
güzeldir, Fethi paşa, Burun bahçe, Florya, Sarı Köşk vb.
Şimdilik benden bu kadar, artı olan fikirlerinizi yorum olarak atarsanız, güzel bir paylaşım yapmış oluruz… :)

2 Nisan 2010 Cuma

Enfes Kokorec Nasil Yapilir

Efenim Selamlar;

Hani hep diyorum ya, bu blogun bir yanı gezmek-tozmak üzerine ise diğer yanıda yemek-içmek
üzerine. Bu nedenle bir yandan da gurmelik oynuyorum.

Ama ben nacizane aşçılığımı da göstermeye çalışıyorum. Bununla ilgili açtığım basit bir blogum var ama böyle güvendiğim tarifleri genellikle bu nokta üzerinde vermek istiyorum... :) Hazır yaz da gelip, mangal ve piknik sezonu açılmışken, size enfes bir tarif vermek geldi içimden...

Bugün vereceğimiz tarif bir çok kişinin kokusuna bayıldığı bir o kadarının da kokusundan iğrendiği bir yemek olan Kokoreç. Nasıldır, nedendir bilmem ama ben kokoreç yemeğe 3-4 yıl önce başladım ondan sonrada sevdim. Öncesinde pek midem almazdı açıkcası. Ama bence bir lez olsun gözlerinizi kapatıp tadına baktınız mı, sonrasında benim gibi evde yapar hale bile gelirsiniz. :)


Her ne kadar bağırsak bile olsa, insan yine güvenilir, temiz bir yerden almak istiyor. Ben genellikle aile kasabımızdan almayı tercih ediyorum.

Şimdik size malzemelerimizi sayayım; 1 kg kokoreç, 3 domates,baharatlar (tuz,pul biber, kekik),5-6 adet biber. Tabi ki fotoğraflarda da gördüğünüz üzere büyükce bir mangal ve destekli bir ateş.

Öncelikle kokoreçimizi yuvarlak yuvarlak kesip, iyice pişirelim. İçindeki yağların iyice çektiğini zaten göreceksiniz.

Sonrasında iyice soteleyim. İsterseniz bu haliyle, iyice baharat ekleyip yiyebilirsiniz ama benim tercihimde biraz daha ekstra birşeyler var.

Kokoreçlerin pişmesine yakın, ızgaranın üstüne biberleri ve domateslerimizi de koyup iyice közleyelim. Sonrasında onları kuşbası şeklinde dilimleyelim. Bir teflon tepsi içinde kokoreçimizi, biber ve domateslerimizi ızgaramızın üstünde iyice soteledikten sonra, emin olun tadından yenmeyecek bir lezzet ile karsı karsıya kalacaksınız.

Sonrasında zaten siz ne yapacagınızı biliyorsunuz, afiyet bal şeker lop lop et olsun :)

1 Nisan 2010 Perşembe

Tatilinize rotar ile baslamayin

Efenim Selamlar;

Bu sefer ki yazımız bir eleştiri yazısı olacak. Şimdiden belirtmeliyim ki bu yazımızın ana konusu RÖTAR'lı uçuları ile meşhur olan SUNEXPRESS havayolu şirketi olacak.
Malumunuzdur ülkemizde havayolu ulaşımı yeni yeni yaygınlaşmaya başladı. Önceden bu kadar çok özel firma ve bu kadar uygun fiyatlar söz konusu değildi. Umuyorum ki gelecek günlerde bu firma sayıları artacak ve mevcut fiyatlar daha da aşağıya inecek.

Ama ne mutlu ki bizlerde yavaş yavaş muasır medeniyetler seviyesine doğru adımlar atmaya başlamışken artık karayolu ulaşımı yerine yavaş yavaş havayoluna kendimizi entegre etmeye başlamışken, bu ulaşım noktamızda da çeşitli sorunlar yaşamaktayız. Galiba biz ulaşım derdimizi eğer bir gün gerçekleşirse hızlı tren sistemi ile çözeceğiz ya da çözeriz. Bu yazım içinde sunexpress ve onun rötarlı uçuşlarında bahsedeceğim. Bu 1 uçuş yapıp onun üstüne yazılmış olan bir yazı değil. Yaklaşık olarak 10 uçuş üstünden değerlendirilerek yazılacak bir yazı. Firma yetkilileri sayet bu yazıyı görürse buradan kim olduğuma ulaşıp, firma ile kaç uçuş yaptığım bilgisine de kendi bilgi arşivlerinden ulaşabilirler.
Efenim bu blogu açmakta ki amacım, gidip gördüğüm yerler hakkında benden sonra oralara gidecek olan kişilere çeşitli bilgiler verip, onların gezilerini kolaylaştırmaya yardım etmekti. Bu doğrultuda ulaşım da gezinin, seyahatin ya da tatilin bir parçası olarak kabul edilir. İster karayolu, ister demiryolu, isterse de hava ya da deniz yolu olsun buralarda gördüğüm zorlukları ya da tecrübeleri de sizinle paylaşmak benim boynumum borcu. :)
Şimdik efenim, söyle düşünün, Sunexpress in size sunduğu çeşitli kampanyalar var, mesela uçak biletinizi yaklaşık 10-15 gün önce alırsanız genellikle AYNI uçakta yolculuk yapacağınız kişilerden yaklaşık olarak 30 - 40 tl arasında bir fiyat doğrultusunda daha ucuz bilet alabilirsiniz. Ama bu bilet kampayalı bilet olduğu için değiştirme ya da erteleme hakkınız yoktur. Eğer planınızın değişme ihtimali varsa o zaman daha öncesinde aynı gün ve saatte yani AYNI uçak için 49 tl ye alacağınız bileti 79 tl vererek alabilirsiniz. Bu size bilet değiştirme hakkı verir ama benden size bir dost nasihatı 49 tl ye de alsanız 79 tl ye de alsanız farketmez o uçak BENCE %90 RÖTAR yapar. (bu fiyat aralığı 49tl ile 149 tl aralığında gidip gelip, bu da uçak doluluk oranına bağlıdır) Bu kanıya nasıl mı vardım?
Çünkü Sunexpress kullanarak yaptığım uçuşların %90nın da uçak her ne hikmetse rötar yaptı.
Ama sizlere anlatmak istediğim bir olay var; 25.11.09 çarsamba tarihinde yapacagım yolculuk için sunexpress ten uçak bileti almıştım. Yanlış hatırlamıyorsam ucak 08.30 uçağıydı. Ki uçak bileti aldıgınızda size, işlemlerinizin zamanında yapılabilmesi için uçuş saatinden 90 dakika önce havaalanına gelmeniz söylenir. Bundan 90 dakika cıkartırsak saat 07.00 a denk gelir. Ama ben Bornova'dan havaalanına gideceğim bunun içinde belediyenin her 40 geçeye koyduğu otobüsleri kullanacağım için 06.40 otobüsüne bindim. Tabi bunun içinde 06.00 da kalkmam gerekti. İşte 07.20 civarında havaalanındaydım, işlemlerimi yaptırdım, kahvaltı yapmak için bir yere oturdum. Yaklaşık 20 dakika sonra 30 dakika rötar anons edildi. Bu yarım saat, bir saatlik rötar anonsları toplamda 4 saat 15 dakikayı buldu. Ama yetkilinin yaptığı açıklama çok güzeldi, uçağımız pistin başına kadar hatta 300 m kalmıştı inişe ama yoğun sisten dolayı inemeyip Antalya'ya geri döndü. Aman Ya Rabbim! 300 m inemedi ama 650 km geri yol uçacak! Eminim ki o yolcuları koruyan tek güç Allah tı. (ki bu esnada havada sis yok ve diğer firmaların hepsi THY,Pegasus, İzair normal uçuşlarına devam ediyorlar)
Ekseriyetinde geçikmeden dolayı bize birer sandivic ve içecek ikram edildi. Sonrasında cep telefonumuza geçikmeden dolayı özür belirten ve 50 tl lik bir indirimi pnr miz altında yüklendiğini söyleyen bir mesaj geldi.
Tabi 4 küsür saatlik geçikme sonrasında ben İstanbul'daki randevularımın hepsine geç kalmışım ya bunlarla kendimi avutuyorum. Şimdi bilette 49 tl ya! İşte bir uçuş bedavaya geldi diyorum kendi kendime.
Ama geçen günlerde bir acil bir yolculuk yapmam gerekti yine İstanbul'a, arkadaşlara dedim bana bir bilet ayarlayın, İstanbul'a geleyim. Arkadaşlarımda geri döndüler, abi uyan saat bir tek sunexpress te var, dediler ister misin alalım mı? Dedim durun benim böyle böyle bir indirim hakkım vardı, ben halledeyim. Sunexpress'i aradım çünkü indirim hakkımı internet sitesi üzerinden kullanabileceğim bir nokta bulamadım. Dedim merhaba, durum böyle böyle, su saatteki bileti almak istiyorum, (isetdiğim bilet fiyatı 49 tl), dediler ki özür dileriz kampanyalı bilet oldugu için onu alamazsınız, peki dedim ne yapacagız, dedilerler ki, işte aynı ucakta 79 tl olarak gözüken bileti verelim. Peki dedim, 50 tl düşün fiyatta (79-50=29) 29 tl ödeyeyim, aaa erdal bey özür dileriz, uçak bileti için minimum 46 tl ödemeniz lazım. Dedim ki fesubhanallah! zaten 49 tl'ye bilet var madem 46 tl ye alacaktım, niye 10 dakikadır konusuyoruz? Ama niyetliyim o bileti aldım, hatta gidiş - dönüş bilet aldım ama ne mutlu ki ikisinde de uçak rötar yaptı.
Hele dönüş seferinde 15 dakika rötar anons edildi, bir daha tek bir anons olmadı ama Sabiha Gökcen'de tam tamına 1buçuk saat ekstradan bekledik.
Neyse efenim, işin pazarlama ve halkla ilişkiler ile ilgili olan bölümünü ben diğer blogumda yazacağım. (erdalerdogdu.com) Ama buda benim size bir tavsiyem ve tecrübe paylaşımım olsun, biz sustukca bu firmalar böyle rötar yapıp bizleri havaalanlarında bekletmeye devam edecekler. Ve bizlere seyahatlarimizin en heyecanlı yeri olan başlangıcını zehir edecekler. Bence bir şekilde sesimizi onlara duyurmalı, onlara markaların gerçek sahibinin bizler olduğumuzu göstermeliyiz. Bu demek oluyor ki BENİM İÇİN SUNEXPRESS BİTMİŞTİR, DAHA DA BEDAVA BİLET VERSİNLER MARKALARINI TERCİH ETMEM. Bu da size dost tavsiyesidir.
Logo üzerinde gördüğünüz üzere sunexpress size iyi yolculuklar, ben ise sunexpress'siz ve rötarsız uçuşlar dilerim.
Saygı ve selamlarımla

25 Mart 2010 Perşembe

İhlas Kuzuluk Kaplicalari ve Dereagzi Alabalik Tesisleri

Bundan çok zaman önce bloguma 'hem sağlık hem tatil mekanları; kaplıcalar' başlığı altında bir yazı yazmıştım. O yazım içerisinde benim geçmiş dönemde gitmiş olduğum kaplıca tesisleri hakkında kısa kısa bilgiler vardı ve onlardan biri de İhlas Kuzuluk Kaplıca Tesisleriydi.

..
Yazı içinde;
'Şimdi gelelim kuzuluk’a. İhlas firmasının burada da bir kaplıca tesisi var. Apart otel olarak hizmet veren kaplıcanın içinde mevcut birde oteli bulunmakta, küçük birde havuzu var.Burası bir toplu konut sitesi şeklinde tasarlanmış, bel ki 1000 den fazla daire vardır. İstanbul,Sakarya,Ankara,Bursa gibi illere yakınlığından dolayı yaz- kış doludur.Bununla birlikte burada ki oda olarak tabir edebileceğimiz yerler mevcut birer daire şeklinde,içinde çatalına kadar her şey var ve fiyatları da gayet uygundur ki bu fiyatlar yatak başı değil 6kişilik daire başı fiyatlardır. Yazın pek çekilmez çünkü kuzuluk bir ova, çok sıcak oluyor. Ama kışın tadından yenmez.Çok güzel bir çarşısı vardır ve çevrede ki alabalık tesislerinde Türkiye’nin en lezzetli balıklarını yiyebilirsiniz.
' demişim kuzuluk kaplıcaları ile ilgili olarak. Geçtiğimiz ara tatilde buraya bir kez daha gitme fırsatı elde ettik. Artık İstanbul'a yakın olduğu için mi, biz alıştık diye mi bilmiyorum ama herhal 15. gidişimiz oldu. :) Artık tesis eskimiş durumda, evler/daireler yavaş yavaş miladını doldurmuş durumda. Ama yanlış hatırlamıyorsam ilk olarak 95 yılında gitmiştik, o günden bugüne çevresi her seferinde biraz daha gelişiyor. Eğer yolunuz düşerse, ne bileyim Ankara'dan filan dönerken vaktiniz varsa ben burayı size tavsiye ederim. Otoyol üzerinden ayrılıp 20-25 km kadar yol gidip hiç olmadı bir alabalık ziyafeti çekebilirsiniz kendinize. :)

..

Bu sefer ki tatilimize köy pazarı damgasını vurdu diyebilirim. Ne var ne yoksa aldım buradan. Tereyağı, peynir, süt, yumurta, mısır unu, köy ekmeği hatta köy tavuğu bile... :) Bu gördüğünüz tereyağ ve peynirler (abhaz ve çerkez peynirleri) şiddetle tavsiye edilir. Aşağıda da koca tabak eritme peyniri göreceksiniz. :)

Ben size diyeyim mi, bizim marketlerden aldığımız şeyler tavuksa bu fotoğrafta gördüğünüz şeyler başka bir şey. :) Ben küçükken hatırlarım kasaplardan tavuk aldığımız zaman içinden çiğerleri filan çıkardı ama şimdi biz tavukların neredeyse posasını alıyoruz. :( Ama ileride tavuk besleme kararı almamın yegane sebebi yukarda fotoğrafta gördüğünüz tavukların birinin tadına bakma fırsatı elde etmemdir, bu böyle biline :)


Şimdi gelelim mekan reklamımıza :) Aman ha yanlış anlamayın ben tamamen gönüllü olarak yazıyorum bunları buraya, Dereağzı Alabalık tesislerinin bundan haberi bile yok. Burası geçen sene gittiğimde bir kır lokantası şeklindeydi ama abiler 1 sene yememiş içmemiş çalışmış ya da onca yıldır kazandıkları paranın hepsini bir anda buraya yatırmış olmalı ki süper bir tesis kurmuşlar. Ama ben kendi adıma konuşmalıyım ki eski mekanın tadı bende ayrıydı. Belki yemeklerin hepsinin tadı aynı, çalışanlar aynı, ustalar aynı ama bizim gibi İstanbul'dan ya da benzeri yerlerden gelen adamları ben olsam düğün salonu gibi bir mekana sokmazdım. Neyse ki yediğim yemeklerin lezzeti bu küçük kusuru bana görmezden getirtti. :)

..

Şimdik gelelim fasulyenin ay pardon mıhlamanın/muhlamanın, eritme peynirin ve alabalığın faydalarına. :) Şimdi bizim serde karadenizlilik var, balığı yapmasını da yemesini de severiz. :) Daha önce burada çipura ızgara tarifi vermiştim, sonrasında diğer blogumda fırında hamsi buğlama tarifi verdim. Yani anlayınız ki burada yediğim balığın tadını size tavsiye ediyorsam gerçekten güzeldir. :) Ama bilinmeli ki burası da bir karadeniz bölgesi ve çevrede yaşayanların çoğu toprağım benim. O yüzden burada yemek yiyecekseniz sofraya ilk önce muhlama/mıhlama söyleyeceksiniz. Diğer yandan bu bölgede abhazlar ve çerkezler var ve onlar enfes peynirler yapıyorlar, o peynirlerden yapılmış koca tabak bir peynir eritmesi yemeğe başlamadan önce iyi gider.

..

Yukarıda yemeğe başlamadan önce diyorum çünkü yemek olarak alabalık yiyeceğiz :) İster kızartma, ızgara ya da kiremitte alabalığın tadına bakabilirsiniz.
Ayrıeten bu bölgede ne yapılır diye sorarsanız eğer yolunuz kuzuluk'a düşer ve buralarda konaklarsanız, hava güzelse, dokurcun, mudurnu taraflarına gidilebilir, sülüklü göl'e gidilebilir ya da hatta abartırsanız Sapanca gölü kıyısına ya da Bolu, Düzce taraflarına gidilip gelinebilir.
Neyse bana şimdilik müsade umarım yazıyı beğenirsiniz. Gidenler, gelenler, görenler olursa bu yazdıklarım hakkında ki fikirlerini her zaman beklerim. Bir de Dereağzı alabalık tesisleri bi daha ki geldiğim zaman size soracağım bakalım yazıyı okudunuz mu, okumadınız mı, okumadıysanız bilin ki dilimden çekeceğiniz var. Haydin size de hayırlı ve bereketli işler. :)